".... gene de gölgeler daha ürkektir
insanlardan." (f.nietzsche)
Bir anlatım ögesi olarak, ışığın ikizi, tersi, eksikliği seçildiğinde ve kaydedilmeye başlandığında; derinliği, yoğunluğu, şaşırtıcılığı, tedirgin ediciliği” (samih rifat) tüm ağırlığı önce fotoğrafçının sonra da izleyicinin üzerinde kalabilir.
Neredeyse izleyicinin ve fotoğrafçının üzerine yürür gölge, çekinmez, saklanmaz ve yok sayılamaz.
Oradadır, koyudur; bir sokağın ucundan, bir binanın siluetinden, bir pencerenin altından, bir sandalyenin uzayan ayağından, bir insanın arkasından-önünden izler ve izletir dünyayı.
Hep bir başka yerdedir; zamanla birlikte uzar, kısalır, yer değiştirir, parlar, koyulaşır, solar, incelir ya da kalınlaşır ama orada, hayatlarımızın içinde. Taa ki karanlık inene kadar, gözler kapanana, uykular gelene kadar, içimizdeki çağrışımların, anlatılamayan duyguların şiiri olur, karanlıkta bir odada yanan masa lambasının ışığında yazılır belki de gölge şiirleri ve oynanır gölge oyunları.
Gölge onda bıraktığımız yaşamalarımızın ardından bize bakarken ve kendi başına buyrukluğunda yalnızdır aslında.
Oyunbazdır, doğruyu söylemez, yanıltır, aldatır,
bekle diyemezsiniz gölgeye, beklemez, sadece izler.
Bir varmış, bir yokmuş gibidir.
“Ele avuca sığmaz, şaşırtıcı, kimi zaman da muzip”
“Gölge, bir şeyin gölgesi ve asıl sizin gölgeniz, karanlığınız, el değmez, okunmaz, tanımsız ve zor yanınız....”
(Samih Rifat)
bir gölgede(n)
çok sonraydı.
yaz gelmişti.
temmuz ayıydı.
ve
bir sevgide(n)
çok başkaydı.
bana kalanlar...
laleper aytek ağustos 2002 |